Akrabalık; “kan bağı”, “evlilik” yahut herhangi bir “süt emme” vesîlesiyle oluşan yakınlıktır. Anne-baba, çocuklar, nene-dede, torunlar, amca-dayı, hala-teyze, yeğenler ve bunlara nisbetle daha uzak olan akrabaların birbirlerine karşı hak ve sorumlulukları vardır. Akrabalık bağı ve akrabalar, güzel dînimizce aziz bilinen kadim değerlerimizdendir.
“Biz, hakikaten insanoğlunu şan ve şeref sahibi kıldık. Onları, (çeşitli nakil vasıtaları ile) karada ve denizde taşıdık; kendilerine güzel güzel rızıklar verdik; yine onları, yarattıklarımızın birçoğundan cidden üstün kıldık.” (el-İsrâ, 70) âyetinde ifade buyrulduğu üzere, Yüce İslâm Dîni’nde insan “bizâtihî kıymetli” olduğu gibi, onunla alâkalı birçok mesele de husûsî bir kıymet taşır. Akrabalık da böyle üzerine titrenen bir husustur.
AKRABALARLA İLİŞKİLER
Sıla-i rahim, nikâh, velâdet, radâ (süt emme), talâk (boşanma), miras ve nafaka gibi akrabalıkla ilgili meseleler, hukukî ve ahlâkî birçok esas ve müeyyideye bağlanmıştır.
İnsan, dünyaya tek başına gelmez; başka bir ifadeyle tek başına doğmaz, büyümez ve yaşayamaz. Diğer insanlarla maddî ve mânevî birçok bağı vardır; olmalıdır. Zira o, ünsiyet eden ve ünsiyet edilen bir varlıktır. Duygu ve düşünce sahibidir. Kendini dünyaya ve insanlara kapatan bir insan, bir müddet sonra bu mânevî cendere içinde nefes alamaz hâle gelir. Kendi çevresine ördüğü bu ağ, bir müddet sonra onu âdeta “insanlıktan” çıkarır.
Cenâb-ı Hak, Kur’ân-ı Kerîm’de insanlara şöyle hitap etmektedir:
“Ey insanlar! Sizi bir tek nefisten yaratan ve ondan da eşini yaratan ve ikisinden birçok erkekler ve kadınlar üretip yayan Rabbinizden sakının. Adını kullanarak birbirinizden dilekte bulunduğunuz Allah’tan ve akrabalık haklarına riâyetsizlikten de sakının. Şüphesiz Allah sizin üzerinizde gözetleyicidir.” (en-Nisâ, 1)
Hiç şüphesiz yakın ve uzak akrabalarımıza karşı çeşitli vazifelerimiz vardır. Bunların başında “sıla-i rahim” vazifesi gelir. Sıla-i rahim, akrabaları ziyaret etme, gönüllerini alma, bir ihtiyaçları varsa giderme, hasta ise ilgilenme, yani onlarla irtibat ve alâkayı koparmama, onları görüp gözetme demektir. Cenâb-ı Hak, bu vecîbeyi şöyle haber verir:
“Allâh’a ibadet edin ve O’na hiçbir şeyi ortak koşmayın. Ana-babaya, akrabaya, yetimlere, yoksullara, yakın komşuya, uzak komşuya, yakın arkadaşa, yolcuya, ellerinizin altında bulunanlara (köle, câriye, hizmetçi ve benzerlerine) iyi davranın; Allah kendini beğenen ve dâimâ böbürlenip duran kimseyi sevmez.” (en-Nisâ, 36)
“O hâlde sen, akrabaya, yoksula, yolda kalmışa hakkını ver. Allâh’ın rızâsını isteyenler için bu, en iyisidir. İşte onlar kurtuluşa erenlerdir.” (er-Rûm, 38)
Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in de sıla-i rahmin ehemmiyeti ve fazîletine dâir pek çok hadîs-i şerîfi vardır:
“Nesebinizden sıla-i rahim yapacaklarınızı öğrenin. Zira sıla-i rahim, akrabalarda sevgi, malda bolluk, ömürde uzamadır.” (Tirmîzî, Birr, 49)
“Akrabasından iyilik gördüğü ölçüde onlara iyilikte bulunan, tam mânâsıyla onları koruyup gözetiyor sayılmaz. Asıl akrabalığın hakkını veren, akrabalıktan hiçbir hayır görmese de, onlara iyilikten vazgeçmeyendir.” (Buhârî, Edeb, 15)
İşte İslâm âlimleri, bu ve benzeri âyet-i kerîme ve hadîs-i şerîflere bakarak, sıla-i rahmin “vâcip” olduğunu belirterek, terk etmenin ise günah sayılacağını söylemişlerdir.[1]
Akrabalara iyilik ve ihsânın en güzeli, onları hak ve hidayete dâvet etmek; emr-i bi’l-mârûf ve nehy-i ani’l-münker vazifesini îfâ etmektir. Onların hâl ve şânına göre, İslâm’a dâvet, tebliğ ve irşad bütün mü’minlerin vazifesidir.
Bu vazife ve mesûliyetlere rağmen günümüzde insanlarımızın yeterince İslâm’ı öğrenmemesi ve yaşamaması sebebiyle sıkı irtibat içinde bulunulan akrabalar arasında küskünlük, kırgınlık, kavga ve anlaşmazlıklar ortaya çıkabiliyor. Bazen miras vb. konulardaki haksızlıklar, bazen yalan, iftira, gıybet gibi zaaf ve günahlar, bazen de evlilik-boşanma aşamalarındaki tatsızlıklar, akrabaların arasının açılmasına sebep oluyor. Bazen yanlış anlama, sû-i zan, tecessüs (gizli hâlleri araştırma), vesvese ve nefsânî diğer sâikler de akrabalık bağlarının zedelenmesine yol açıyor.
Her ne sebeple olursa olsun, kırılan kalpleri tamir etmek, kopan bağları tekrar birbirine tutturmaya çalışmak, büyük bir fazîlettir. Kırgınlıklarda ilk samimi adımı atan, nefsinin gururunu kırarak ilk defa gönülden elini uzatan, Allah katında her zaman kazançlıdır. İsterse, muhâtabından beklediği karşılığı alamamış olsun.
Bu hususta Peygamber Efendimiz’in şu tavsiyesine cân u gönülden kulak verelim:
“Kin gütmeyin, birbirinize haset etmeyin, küsüp yüz çevirmeyin. Ey Allâh’ın kulları, kardeş olun! Bir müslümanın din kardeşiyle üç günden fazla dargın durması helâl değildir. Birbiriyle küsenler içinde en hayırlı olan, ilk defa selâm verip barışandır.” (Buhârî, Edeb, 62)
Akrabalar Arası Mahremiyet
Bu arada “mahrem” (kendisiyle evlenilmesi haram olanlar) ve “nâmahrem” (kendisiyle evlenilebilir yabancı kişiler) konularına da kısaca değinmekte fayda var.
Kadınların kendisiyle evlenmesi ebediyyen haram olan erkekler, onların mahremidir. Bu şekilde arada mahremiyet olan, yani evlilik yasağı olan kişilerin yanında kadınların oturması-kalkması, kıyafeti, konuşması daha rahat olabilir. Mahremleri ile uzak yolculuklara güvenle çıkabilirler.
Cenâb-ı Hak, mahrem olan kimseleri âyet-i kerîmede şöyle sıralamıştır:
“Analarınız, kızlarınız, kız kardeşleriniz, halalarınız, teyzeleriniz, kardeş kızları, kız kardeş kızları, sizi emziren analarınız, süt bacılarınız, eşlerinizin anaları, kendileriyle birleştiğiniz eşlerinizden olup evlerinizde bulunan üvey kızlarınız size haram kılındı. Eğer onlarla (nikâhlanıp da) henüz birleşmemişseniz kızlarını almanızda size bir mahzur yoktur. Kendi sulbünüzden olan oğullarınızın eşleri ve iki kız kardeşi birden almak da size haram kılındı; ancak geçen geçmiştir. Allah çok bağışlayıcı ve esirgeyicidir.” (en-Nisâ, 23)
Âyet-i kerîmede belirtildiği üzere, kadın için “mahrem” olan nikâh düşmeyen kişiler; baba, dede, oğul, erkek kardeş, amca, dayı, erkek kardeşin oğulları, kız kardeşin oğulları iken, erkekler için mahremler ise; anne, kız, nine, kız kardeş, hala, teyze, erkek kardeşin kızları, kız kardeşin kızlarıdır. Kan bağından doğan bu akrabalarla evlilik yapılması ebediyyen haramdır. Bir cümleyle de olsa temas etmiş olalım; “Kan bağından dolayı birbirlerine haram olanlar, süt emmeden dolayı da haram olurlar.” (Buhârî, Nikâh, 20)
Yukarıda zikredilen âyet-i kerîmede, evlenilmesi yasak olan akrabalar sayılmış, bunların dışındaki akrabalara evlilik yasağı konulmamıştır. Başka bir ifadeyle kadının mahremi olmayan, “kendisine nikâh düşen/evlenebileceği” kimseler, akraba da olsalar, nâmahremleridir. Bunların yanında, dışarıdaki insanların arasına çıktığı gibi tesettürüne dikkat eder, onlarla beraberken oturmasına-kalkmasına, konuşma ve sohbetine büyük bir asâlet ve ciddiyetle ehemmiyet gösterir.
“Onlar benim akrabam, onların yanında da dışarıdaki gibi mi davranacağım!” duygu ve düşüncesiyle, İslâm’ın nezih ahlâkını bozacak söz ve davranışlarda bulunmak; telafisi imkânsız kayıp ve felâketlerin kapısını aralar. Günümüzde bunun pek çok acı misaline şâhit olmaktayız, maalesef...
İslam ve ihsan