İslam hukukçuları genellikle "hilâfet" terimini, Hz. Peygamber'in yerine geçmek anlamında kullanmışlardır. "Hilâfet", Peygamber'in dini tebliğ ettiği ve dünya işlerini düzene koyduğu en yüksek başkanlık ve amme velayetidir. Hilafet, şeriatı Allah'tan alan Peygamber'in yerine geçip dini korumak ve dünya işlerini düzenlemek anlamına gelir.

Halife, başkası tarafından kendi adına görevlendirilen kişidir. Bu görev, genellikle Hz. Peygamber'in risalet dışında kalan görevlerini yerine getirmeyi içerir. Halife seçiminde, özellikle müslüman topluluğunun istişaresi ve bey'at (bağlılık yemini) önemli bir rol oynar.

Halife için "Allah'ın halifesi" ifadesini kullanmak konusunda farklı görüşler bulunmaktadır. Bazıları, bu ifadenin kullanılmasının caiz olduğunu ve bu makama seçilen kişinin Allah'ın yeryüzündeki temsilcisi olduğunu savunurken, bazıları bunun caiz olmadığını ve Hz. Ebu Bekir'in kendisine Allah'ın halîfesi denilmesine izin vermediğini belirtir.

Hilafet ile saltanat arasındaki temel fark, hilafetin şûra esasına dayanması ve müslümanların istişaresiyle belirlenmesidir. Saltanat ise genellikle babadan oğula geçen bir hak olarak kabul edilir. İslam, meliklik kavramını babadan oğula geçen yönetim biçimi olarak tanımaz.

Hz. Peygamber, halifeliğin melikliğe dönüşmesi durumunda büyük olayların meydana geleceğini ve kıyameti andıran olayların yaşanacağını öngörmüştür. Bu, özellikle Hz. Osman'ın hilafetinin son yıllarında ortaya çıkan olaylara işaret etmektedir.

Sonuç olarak, İslam'ın yönetim düzeninde hilafet kavramı şûra esasına dayanan bir liderlik anlayışını içerir ve müslümanlar tarafından istişare ile belirlenir. Bu makama gelen kişi, Allah'ın hükümlerini uygulamak ve toplumu adaletle idare etmekle sorumludur.

HİLÂFETİN SÜRESİ: Hz. Peygamber (s.a.s), "Hilâfet, ümmetim arasında otuz yıl devam edecektir. Bundan sonra melikliğe denilecektir." şeklinde buyurmuştur (Ebu Davud, Sünne, 8: Tirmizî, Fiten, 49). Bu hadisin tefsiri, Ebubekir'in halifeliği için iki yıl, Ömer'in on yıl, Osman'ın on iki yıl ve Ali'nin altı yıl olmak üzere toplam otuz yıl olduğu şeklinde yapılmıştır.

et-Taftâzânî, aynı hadisi referans alarak Muaviye ve ondan sonraki halifelerin halife sayılamayacaklarını ifade etmiştir. Ancak bu durumun mutlak bir ölçü olamayacağını da vurgulamıştır. Zira Ömer b. Abdülaziz gibi bazı şahsiyetlerin, Raşid halifelerin izinden gittikleri açıktır. Bu nedenle hadisin asıl anlamının, kâmil bir halifeliğin bazen gerçekleşebileceği, bazen de olmayabileceği olduğunu belirtmiştir (et-Taftâzânî, Şerhu'l-Akâid, s. 180).

HİLÂFET TÜRLERİ: Kur'an-ı Kerim'de geçen ayetlere dayanarak Allah'ın bütün insanları yeryüzünde halifeler olarak yarattığı anlaşılmaktadır. Her insan, öncelikle Allah'a iman etmeli ve bu imanın bir sonucu olarak Allah'ın hükümlerine bağlı kalmalıdır. Halifelik, insanın Allah'ın adına uygulamalarda bulunması demektir, ancak bu uygulamalarda Allah'ın hükümleri mutlak ölçüdür. İnsan, halifeliğini yerine getirirken bu ölçülerden sapmamalı ve Allah'ın belirlediği sınırlar içinde hareket etmelidir.

Bu bağlamda, tüm insanlar Allah'ın yeryüzünde halife tayin ettiği kişilerdir. Adem'in soyundan gelen herkes, bu halifelik görevini yerine getirmekle yükümlüdür. İnsanın taşıdığı bu "emanet"in sorumluluğunu yerine getirmek, Allah'ın sınırları içinde kalmanın temel şartıdır. Bu, insanların genel anlamda "umûmi hilâfet" sorumluluğunu taşıdıkları anlamına gelir.

Allah, yükümlülüklerini yerine getirmeyenleri, yerlerine başkalarını getirme tehdidiyle uyarmıştır. Dolayısıyla, halifelik makamında sadece bu makamın gerektirdiği sorumlulukları yerine getirenlerin kalabileceği "hususi hilafet" kavramı ortaya çıkar. Tarih boyunca toplumlar, bu anlamda birbirlerinin yerine geçmiş ve Allah'ın halifeliği onlar aracılığıyla gerçekleştirilmiştir.

İster genel, isterse özel anlamda olsun, hilafetin özü "Allah'ın dinini hâkim kılmak"tır. Bu, sosyal alanda da hissedilen bir özelliğe sahiptir ve gerçekleşmesiyle siyasi bir boyut kazanır. Allah, Hz. Davud'a yeryüzünde halife kılındığını bildirirken, ona "İnsanlar arasında hak ile (Allah'ın hükümleri ile) hükmetmeyi" emretmiştir (Sad, 38/26).

HALİFENİN BELİRLENMESİ: Hz. Peygamber'in hayatta olduğu süre boyunca hem peygamberlik görevini hem de devlet başkanlığını yürüttüğü için halife seçimiyle ilgili bir problem ortaya çıkmamıştır. Ancak Hz. Muhammed'in vefatından sonra Müslümanlar, bir halife seçimi yapmak durumunda kalmışlardır. İlk üç halife, Hz. Muhammed'in vefatından sonra sırasıyla seçilmişlerdir.

Bununla birlikte, hilafetin belirlenmesi konusunda farklı görüşler ortaya çıkmıştır. Sünni İslam'a göre, halife, toplumun seçimle belirlediği bir liderdir. Bu seçim, önceki halifenin ölümü veya görevden alınması durumunda toplumun seçkin ve yetkili kişileri arasında yapılır. İlk üç halife bu şekilde seçilmiştir.

Şiiler ise halifeliğin, Allah tarafından belirlenen İmamet (İmamlık) kurumu aracılığıyla geçmesi gerektiğini savunur. Onlara göre, Hz. Ali ve onun soyundan gelen İmamlar, Allah'ın halifeleridir ve bu makam onlara özel olarak verilmiştir.

Sonuç olarak, İslam dünyasında hilafetin türleri ve belirlenme yöntemleri konusunda farklı görüşler bulunmaktadır. Sünni ve Şii İslam'ın bu konudaki temel ayrılıkları, halife seçimindeki prensipler ve makamın meşruiyeti üzerinedir.