Hayatın yolları ve iniş-çıkışları döne dolaşa kabre varır. İnsanlar, yaşadıkları hakîkat ve niyetlere göre ölürler. Bu dünya hayatında vicdan huzuru içinde yaşamanın, îman ile son nefese kavuşabilmenin ve nihayet ebedî âlemdeki ilâhî neş’e ve safâlara kavuşmanın en emin yolu, kulun “hamd”, “sabır”, “şükür” ve “zikir” hâlinde istikamet üzere bulunmasından geçer.
İNSANOĞLUNUN NANKÖRLÜĞÜ
Zira Allah Teâlâ, Kur’ân-ı Kerîm’de yer ve gökteki her şeyi insanın emrine verdiğini belirtmektedir:
“O göklerde ve yerde ne varsa hepsini, kendi katından (bir lutfu olmak üzere) size âmâde kılmıştır. Elbette bunda düşünen bir topluluk için ibretler vardır.” (el-Câsiye, 13)
“Görmüyor musunuz ki Allah göklerde ve yerde olan şeyleri sizin hizmetinize vermiş. Görünen görünmeyen bunca nimeti size bahşetmiş?!” (Lokman, 20)
Yine kullarına saymakla bitmeyecek nimetleri lütfeden de O’dur:
“O, kendisinden istediğiniz her şeyi verdi. Allah’ın nimetlerini saymaya çalışsanız, sayamazsınız! Gerçekten insan, çok zalim (ve) çok nankördür!” (İbrâhîm, 34)
“Allah’ın nimetlerini teker teker saymaya kalksanız, mümkün değil sayamazsınız. Gerçekten Rabbin gafûrdur, rahîmdir.” (en-Nahl, 18)
İnsanoğlunun sahip olduğu bütün nimetlerin kaynağı Allah Teâlâ’dır. Bu hakikat, âyet-i kerîmede şöyle ifade buyrulmuştur:
“Nimet olarak size ulaşan ne varsa, Allah’tandır...” (en-Nahl, 53)
İnsana bu kadar çok ve çeşitli lutuflarda bulunan Yaratan’a ve nimetlerine karşı teşekkür ahlâkı, mü’min için iman sermayesinin yarısını teşkil eder. Şükrân-ı nimet, yani ulaşılan nimetlere teşekkürün bu ehemmiyeti, hadîs-i şerîfte şöyle beyân buyrulmuştur:
“Şükür, imanın yarısıdır...” (Süyûtî, el-Câmiu’s-Sağîr, I, 107)
Şükür, kulun Rabbine karşı, ihsan ettiği nimetler için çeşitli söz ve davranışlarla teşekkür etmesidir. Şükür, nimeti layıkıyla idrâk edebilmenin ismidir.
Zira nimeti, nimet olarak kavramak, imanî bir şuur işidir; nimetlerin gerçek sahibine karşı minnettarlık, muhabbet ve saygı duymak, asil bir vicdan ürperişidir.
Nimetlerin gerçek sahibini, yani Hak Teâlâ’yı kalben ve lisânen övmek demek olan şükran ve hamd u senâ ise mü’minler için büyük bir kulluk vazifesidir.
Bu manâdan dolayı, İslâm ve imâna, “şükür” ismi de verilmiştir. Bu sebeple şükür, cennet sermâyesi; küfür ve nankörlük ise cehenneme giriş vesîkasıdır. Şükürsüzlük hâli, küfrân-ı nimet, yani ahmakça bir nankörlüktür.
Hadîs-i şerîfte şükür ve sabır ehli şöyle tavsîf edilmiştir:
“...Dindarlıkta kendinden üstün olana bakıp tâbî olmak, dünyalıkta ise kendinden aşağıda olana bakıp, Allah’ın kendisine verdiği üstünlüğe hamdetmek… Böyle yapanları Allah, şükredici ve sabredici olarak yazar. Kim de dindarlıkta kendinden aşağıda olana, dünyalıkta ise kendinden üstün olana bakar da elde edemediğine üzülürse, Allah onu şükredici ve sabredici olarak yazmaz.” (Tirmizî, Kıyâmet, 58)
Şükür Hissi
İnsan, kendisine bir bardak su veya bir buket çiçek ikram eden kişiye bile en azından bir teşekkür borcu hisseder ki, bu, beşerî ve vicdanî bir vecîbe kabûl edilir. Aslında bu ölçü, bize Cenâb-ı Hakk’ın sayısız nimetleri karşısında nasıl bir minnettarlık ve şükür hissi içinde bulunmamız gerektiğini hatırlatır.
Nimet ve iyilikler karşılığında birbirimize yaptığımız teşekkürler, bizi Allah’a şükretmeye götüren bir ahlâk köprüsüdür. Bilinen bir hakikattir ki, mahlûka teşekkür etmeyen, Hâlık’a da şükretmez. Ancak dikkat edilmesi gereken bir husus vardır ki, insanlara yapılacak teşekkürler ve minnettarlık, o iyilik ve nimetin gerçek sahibine, yani Hâlık Teâlâ Hazretlerine de arz edilmelidir. Zira Allah, bu kâinatı yaratırken, her hâdiseyi bir sebebe istinâd ettirmiştir. Bu yüzden sebeplerin arkasındaki “Müsebbibu’l-Esbâb”ı, yani ihsan ve ikramın hakiki sahibi olan Allah Teâlâ’yı hiçbir zaman unutmamak icâb eder.
Aksi takdirde böyle bir hâl, kendisine çok kıymetli hediyeler gönderen bir zâtın şahsına değil de, sadece hediyeyi getiren postacıya teşekkür etmeye benzer ki, bu da son derece yersiz, gülünç ve acı bir aldanıştır. Aynı şekilde nimetleri bize ulaştıran sebeplere bağlanıp Hakk’ı bırakmak veya rızkın peşine düşüp Razzâk’ı unutmak, bundan sonsuz derece büyük bir hamakat ve nankörlüktür. Çünkü kula, Allah’ı unutmak kadar büyük bir ayıp ve kayıp tasavvur olunamaz. İnsanın, gerçek nimet vereni görmeyip sebeplere bağlanması, zamanla kendisini kula kul olmaya götürür. Böyle bir basîret körlüğü ve idrâksizlik, kesinlikle müminlere yakışmaz.
Nankörlüğün Sonu
Şükrün zıddı olan, nimetlerin gerçek sahibini tanımamak ve ondan bîgâne kalmak nankörlüğünün neticesi pek acı bir hüsrandır. Nefsi terbiyeden geçmemiş, ham insandaki bu menfî husûsiyet hakkında Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle buyrulur:
“Gerçekten insan, Rabbine karşı çok nankördür. Kendisi de buna şâhiddir.” (el-Âdiyât, 6-7)
“…Eğer şükrederseniz, nimetlerimi daha da arttırırım; ama nankörlük ederseniz haberiniz olsun ki, azâbım pek şiddetlidir.” (İbrâhîm, 7)
“Eğer nankörlük edecek olursanız bilin ki, Allah sizden müstağnîdir; hiç kimseye ve hiçbir şeye ihtiyacı yoktur...” (ez-Zümer, 7)
Nankörlük veya küfrân-ı nîmet, kişinin kendisine yapılan iyiliğin değerini bilmemesidir.
İnsanın en büyük nankörlüğü ise Rabbine karşıdır. Zira o, dünyada Allah’ın mülkünde yaşayıp nimetleri ile perverde olduğu hâlde, bu nimetlerin sahibini unutmakta, nefsine mahkûm olarak O’nun emir ve yasaklarını çiğnemekte; hatta neredeyse Rabbine karşı cephe alıp meydan okumaktadır. Bu fânî dünyanın nimet sofrasında yeyip içtikten sonra “vurdum duymazlık” gösterip sofranın sahibine nankörlükte bulunmak, insanî fazîlet ve meziyetlerin bittiği ândır. Cenâb-ı Hak, bu tip insanlar hakkında âyet-i kerîmede şöyle buyurur:
“İnsan görmez mi ki, Biz onu bir nutfeden yarattık. Bir de bakıyorsun ki, (Rab’bine) apaçık bir düşman (yaman bir hasım) kesilmiş.” (Yâsîn, 77)
Böyle nankör fertlerin oluşturdukları toplumlar ve onların hudud tanımaz azgınlıkları, tarihin ibret sayfalarını dolduran milletler enkazını meydana getirmiştir. Kendini tek başına her şeyin merkezi, sahibi ve faili kabul eden nankör insanlar, imandan mahrûmiyetlerinin neticesi olarak, kendilerinin ve güçleri nisbetinde kavimlerinin helâkini hazırlamışlardır.
Dinin Beyanları ve Nankörlük
İnsan, Rabbine karşı ne kadar nankörlük ederse etsin, Rabbimiz, sonsuz merhamet ve mağfiretiyle kulunun günahlarını affetmeye ve onu rahmetiyle kuşatmaya her zaman hazırdır. O’na sığınıp, tövbe edip, bağışlanma dileyen kişi için Rabb’in kapıları sonuna kadar açıktır.