Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in hükümdarlara yazdığı mektupları götüren ashâb-ı kirâmın îman celâdeti de dillere destandır. Dünyâ çapında şöhret bulmuş zâlimlerin karşısında ve kelle uçurmaya hazır cellâtların arasında, Allah’tan başka hiç kimseden korkmadan Efendimiz’in mesajlarını onlara ulaştırmışlardır. Kılıç ve mızrakların gölgesi altında cesur konuşmalar yapmaktan çekinmemişlerdir. Bunlardan bâzı misaller şöyledir:
Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bir gün:
“–Ey insanlar! Ecir ve sevâbını Allah’tan bekleyerek şu mektubu İskenderiye Mukavkısı’na hanginiz götürür?” diye sorunca, Hâtıb bin Ebî Beltaa -radıyallâhu anh- fırlayıp kalktı ve Efendimiz’in huzûruna vardı:
“–Yâ Rasûlâllah! Ben götüreyim.” dedi.
Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:
“–Ey Hâtıb! Allâh bu vazîfeyi senin hakkında mübârek kılsın!” buyurdu…
PEYGAMBER NİÇİN KAVMİNE BEDDUA ETMEDİ?
Hâtıb bin Ebî Beltaa -radıyallâhu anh-, İskenderiye’ye varıp kralın huzûrunda Peygamber Efendimiz’in mektubunu okudu. Mukavkıs, Hâtıb -radıyallâhu anh-’ı yanına çağırıp din adamlarını da topladı. Hâdisenin devâmını Hâtıb -radıyallâhu anh-’tan dinleyelim:
Mukavkıs bana:
“–Anlamak istediğim bâzı şeyleri seninle konuşacağım.” dedi.
Kendisine:
“–Buyrunuz, konuşalım.” dedim.
Mukavkıs:
“–Senin Efendin peygamber değil midir?” diye sordu.
“–Evet, O, Allâh’ın Rasûlü’dür.” dedim.
“–O gerçekten bir peygamber ise kendisini öz yurdundan çıkarıp başka bir yere sığınmak zorunda bırakan kavminin aleyhinde niçin Allâh’a duâ etmedi?” diye sorunca ona:
“–Sen, Îsâ bin Meryem’in Allâh’ın bir peygamberi olduğuna şehâdet edersin değil mi? O gerçekten peygamber olduğuna göre, kavmi onu yakalayıp çarmıha germek istedikleri zaman, semâya yükseleceğine, kavmini helâk etmesi için Allâh’a duâ etseydi olmaz mıydı?” dedim.
KENDİNDEN ÖNCEKİLERDEN İBRET AL DA BAŞKALARINA İBRET OLMA!
Mukavkıs söyleyecek söz bulamadı. Bir müddet susup düşündükten sonra, sözlerimi tekrarlamamı istedi. Ben tekrarlayınca Mukavkıs yine bir müddet düşündü. Sonra da:
“–Güzel söyledin. Sen bir hakîmsin, yerli yerince konuşuyorsun ve hakîm olanın da yanından geliyorsun.” dedi.
Ben de bunun ardından Mukavkıs’a:
“–Senden önce burada bir adam, kendisinin en yüce ilâh olduğunu iddiâ etmişti. Allah Teâlâ o Firavun’u dünyâ ve âhiret azâbıyla yakalayıp cezâlandırdı. Sen, kendinden öncekilerden ibret al da başkalarına ibret olma!” dedim.
Mukavkıs:
“–Bizim bir dînimiz vardır, daha hayırlısını görmedikçe onu bırakmayız!” dedi.
Ben de:
“–İslâm, senin bağlı bulunduğun dinden kesinlikle daha üstündür! Biz seni, Allah Teâlâ’nın insanlara dîn olarak seçtiği İslâm’a dâvet ediyoruz. Muhammed Mustafâ -sallâllâhu aleyhi ve sellem- sadece seni değil bütün insanları dâvet ediyor. Onlardan kendisine karşı en katı ve kaba davrananlar, Kureyşliler oldu. O’na karşı en çok düşmanlığı da yahûdîler yaptılar. İnsanlardan en çok yakınlık gösterenler ise hristiyanlar oldu. Hazret-i Mûsâ, nasıl ki Hazret-i Îsâ’yı müjdelemiş ise, o da Hazret-i Muhammed -aleyhissalâtü vesselâm-’ın geleceğini müjdelemiştir. Bizim seni Kur’ân’a dâvetimiz, senin Tevrât’a bağlı olanları İncîl’e dâvet etmen gibidir. Her insan kendi zamanında gelen peygambere ümmet olmak durumundadır. Sen de Hazret-i Muhammed -aleyhissalâtü vesselâm-’ın dönemine yetişenlerdensin. Dolayısıyla biz seni İslâm’a dâvet etmekle, Îsâ -aleyhisselâm-’ın dîninden uzaklaştırmış olmuyoruz. Bilâkis onun risâletine uygun olanı yapmanı teklif etmiş oluyoruz.” dedim.
Mukavkıs:
“–Ben bu peygamberin dînini inceledim. Gördüm ki, onda ne dünyâdan el etek çekilmesi emrediliyor ne de beğenilen ve makbûl bir şey yasaklanıyor. O ne yolunu şaşırmış bir sihirbaz ne de gâipten haber aldığını iddiâ eden bir yalancıdır. Bilâkis kendisinde gâibi keşfedip haber vermek gibi peygamberlik alâmetleri vardır. Buna rağmen biraz daha düşünmek isterim.” dedi.
Daha sonra da Peygamber Efendimiz’in mektubuna bir cevap yazdırdı…
Mukavkıs, ne bundan fazla bir şey yaptı ne de müslüman oldu. Bana da:
“–Sakın hâ! Kıbtîler senin ağzından tek bir kelime bile işitmesinler, yoksa sana zarar verirler!” diye tembihte bulundu.
Hâtıb -radıyallâhu anh-’ın kralın karşısında îman cesâretiyle ifâde ettiği bu hikmetli sözler, îmânı aşkla yaşayan bir mü’minin firâset ve cesâretine dâir ne güzel bir misaldir.
Kaynak: Osman Nuri Topbaş