Atatürk'ün Said Nursi'ye yaptığı 'rüşvet teklifleri'nin perde arkası
Amaç bir çok hocaya yapıldığı gibi onları ele geçirmek ve yapacağı icraatlara alet etmekti. Ancak Said Nursi bu niyetin farkındaydı...
Araştırmacı-yazar Mehmet Selim Mardin, Atatürk tarafından Bediüzzaman Said Nursi Hazretlerine yapılan şark umumi vaizliği, milletvekilliği ve 300 lira maaş gibi "rüşvet teklifleri"nin ayrıntılarını yazdı.
M. KEMAL ÖNÜNDE GÖRDÜĞÜ TEK BİR ZORLU ENGEL VARDI: KÜRTLER
1919 yılından itibaren M. Kemal’in Kürtlere verdiği sıcak mesajlar, milli mücadelenin bitimine yakın olan 1922 yılına kadar değişik vesilelerle devam etti. Hatta doğrulanamayan İngiliz arşiv belgelerinde Kürtlere özerlik verilmesi konusunun Mecliste onaylanıp kabul edildiği bile iddia edildi.
Kurtuluş savaşı daha sona ermeden, M. Kemal kafasındaki ulus devlet düşüncesini yerleştirmek için önünde gördüğü tek bir zorlu engel vardı: Kürtler. Ne yapıp edip bu milleti hizaya getirmesi lazımdı. Bu konuda en müessir silahı din adamlarında gördü. İnkilâpları yerleştirmek için nasıl din adamlarından çokça faydalandıysa, bu Kürt meselesini de onlarla halletmek istiyordu. Akla gelen ilk isim yardımını talep ettiği zat, Şeyh Ahmed Eş-Şerif Es-Sünûsî oldu.
TBMM REİSİ M. KEMAL'İN ŞEYH SÜNÛSİ’YE MEKTUBU
Sünûsi, Afrika’da doğup gelişen ve büyük hizmetler ifa eden Sünûsi hareketinin büyüklerindendir. Trablusgarp işgali sırasında İtalyanlara karşı verdiği büyük mücadele ve kahramanlığı ile tarihe geçmiş din alimi ve büyük liderlerdendir. Senusi tarikatının ve buradaki halkın başında büyük mücadele vermiş ve uzun süre düşmanın ülkeyi ele geçirmesine engel olmuştur. Osmanlı Devleti İtalya ile barış yapmak zorunda kalıp buradan çekildikten sonra da mücadelesini sürdürerek işgale direnmiş, Osmanlı Devleti de el altından desteğini mümkün mertebe sürdürmüştür. Birinci Dünya Savaşı sırasında Osmanlı ile bağını en güçlü şekilde devam ettirmiş, savaşın sonlarına doğru bizzat Padişah tarafından İstanbul’a davet edilmiş ve kendisine büyük bir alâka gösterilmiştir. Kurtuluş Savaşı sırasında Anadolu’nun bir çok yerini gezerek Kuva-yı Milliyecilere destek olmuş ve onlar için vaizlik yapmıştır.
M.Kemal Kürdistan hakkında düşüncelerini ve niyetini Şeyh Sünûsi’ye yazdığı mektupla dile getirir. Şimdiye kadar hiçbir yerde yayınlanmayan özel bir arşivden elde ettiğimiz belgede M.Kemal’in Şeyh Sünûsi’den Kürtlere karşı yardım talebini ihtiva eden mektubunu aynen yayınlıyoruz.
Ankara/ 4.3.338
Türkiye Büyük Millet Meclisi Riyaseti
Başkitabeti Zabıt ve Kavanin kalemi
Adet
Esseyyit Ahmedis Şerif Essünesi Hazretlerine
Kemali muhabbet ve iştiyak ile ihtiramatı mahsusemi arz eylerim.Cenab-ı Hak cümlemizi masuniyet ve saadeti islamiyeye müteveccih mesaide mazharı muvaffak buyursun.Amin.
Şimdiye kadar bu maksatla vuku bulan mesail-i cemile-i siyadetpenahilerini kemali men ve şükran ile tezkâr eyledikten sonra, bundan sonra dahi sebk edecek hidematı aliyede muvaffak olmanız için Cenab-ı Rabbi Sübhane hazretlerine ref’i tazarruat eyliyorum.
Düşmanların vahdet-i vataniye ve selameti islâmiyemize süikast için geceli gündüzlü mütemadiyen çalışmakta oldukları ve bütün Alem-i İslâm’ın nusret ve saadeti için cihad eden memleketimize tefrika ikaına sai bulundukları ve bazı cehale-i nası idlal ederek naili maksad olmak üzere bir Kürdistan meselesi çıkardıkları zat-ı siyadetpenahilerincede malum bir keyfiyettir.
Düşmanlar, bu mahsadı hainanelerini maazallah tahakkuk ettirmek üzere faaliyetlerine elyevm germi vermişlerdir.
Vahdet-i vataniye ve İslâmiyeyi sıyanet için her türlü tedabirin ittihazı cümlemizin akdem vazaifimizden olduğundan maddi silahlardan daha muzır ve daha zehirli bulunan düşmanın işbu manevi silahlarına ve muhacemetine mani olmak üzere Meclis-i Milli azasından bazı rüfekayı o mıntıka memur ederek gönderdik.Makbul ve memduhunuz bulunan rüfekayi muhterememizden Siverek Mebusu Abdülğani beyi de zat-ı siyadetpenahilerinin bu baptaki mesaii cemilelerine muavenet etmek üzere nezdi alilerine gönderdik.
Efkâri nası delaletten vikaye ve tariki hak ve selamet üzere bulunmaları için maneviyatlarının tenvir ve himaye buyurmak üzere mesaii cemileye germiyet verilmesini hassaten kemal-i ihlas ve muhabbetle niyaz eylerim.Düşmanlar hakkında ordumuzca alınmış olan tedabir Elhamdulillah şayanı emniyet ve gaye-i mukaddeselizi kâfil bir derecededir.Cenab-ı Hak muvaffak bilhayr eylesin.
Türkiye Büyük Millet Meclisi Reisi
M.Kemal (imza)
ŞEYH SÜNÛSİ, ANKARA HÜKÜMETİNİN GİDİŞATINI BEĞENMEYİNCE GÖREVİ BIRAKTI
Mektubu özetleyecek olursak: Mektup o zamanın konjoktürü gereği bir İslam alimine hitaben yazıldığından dua ile başlıyor. Allah’tan muhafaza isteği ile İslam saadetine yönelik çalışmalarda başarı temennisi var. Hemen devamında Vatan birliğinin ve İslam selametininin süikastine yönelik düşmanların geceli gündüzlü çalıştıkları ifade edilerek, bu düşmanların İslam birliğini tehlikeye atarak Kürdistan meselesini çıkardıklarını vurgular.
(Şeyh Ahmed Sünûsi)
Maddi silahlardan daha dehşetli olan bu manevi tehlikenin saldırılarına engel olmak üzere Siverek Mebusu Abdulgani bey çalışmalara yardımcı olmak üzere görevlendirilmiştir.
Şeyh Sünûsi, Abdulgani beyin refakatinde bir süre Şark illerinde geziye çıktı. Ancak Ankara hükümetinin gidişatını beğenmeyince verilen görevi yarıda bırakarak 1922 yılının sonlarında Şam’a gitti.
M.KEMAL’İN KÜRT SORUNUNA BAKIŞI, BUGÜNKÜ RESMİ POLİTİKADAN FARKLI DEĞİLDİ
Mektubun muhteviyatı M.Kemal’in apaçık niyetini ortaya sermektedir. Bu niyeti Doçent Cemil Koçak bir röportajda şöyle dile getir. ”Kürtleri yanına alarak verdiği Milli Mücadele’yi başarıyla sonuçlandırdıktan sonra, bir siyasetçi olarak Kürtlerin desteğine ihtiyacı kalmadığını düşündü. Bu ittifakı, ileride yapmak istediklerine engel olarak görmeye başladı ve muhtemelen de kafasında nihai hedef olarak Kürtlere özerklik vermek gibi bir şey yoktu. Onun nihai hedefi bizim bugün anladığımız üniter devletti. Aslında M.Kemal’in Kürt sorununa bakışı, bugünkü resmi politikadan farklı değildi.”
BEDİÜZZAMAN’A YAPILAN ŞARK VAİZ-İ UMUMİLİĞİ TEKLİFİNİN PERDE ARKASI
M.Kemal Şeyh Sünûsi’den istediği neticeyi alamayınca aynı teklifi Ankara’ya yeni gelen Bediüzzaman Said Nursi'ye teklif eder. Üstelik Şark vaizi umumiliğinin yanı sıra milletvekilliği ve 300 lira maaş gibi cazip tekliflerde bulunur.
Bediüzzaman ile ilgili yapılan biyoğrafi çalışmalarında Şeyh Sünûsi’nin Kürtçe veya Türkçe bilmediği için Şark vaizliği görevinin Bediüzzaman’a verilmek istendiği iddia edilmektedir. Bu iddia biraz zayıf düşmektedir. Çünkü Şeyh Sünûsi yalnız değildir. Yanında sürekli dolaşan kendisine refaket eden, Kürtçe ve Türkçeyi iyi derecede bilen Siverek mebusu, aynı zamanda Bediüzzaman’ın dostu olan Abdülgani bey bulunmaktadır. Kaldı ki Şarkta medreseler çok yaygın olduğundan Şeyh Sünûsi ile çok iyi anlaşacak durumdaydılar. Başta dediğimiz gibi, Sünûsi Ankara hükümetinin gidişatını beğenmediğinden yapılan teklifleri kabul etmedi dersek hakkı teslim etmiş oluruz.
SAİD NURSİ, ATATÜRK'ÜN TEKLİFİNİ REDDETTİ
Bediüzzaman kendisine teklif edilen Şark vaizi umumiliği görevini kabul etmeyip Van’a gider. Bu tarihten sonra artık Şark vilayetlerini ve insanlarını huzursuz edecek planlar ortaya çıkar. İlk patlak Şeyh Said hadisesi ile ortaya çıkar. Şeyh Said hadisesi yeni kurulacak sistem için bir dönüm noktasıdır. Artık ‘Türkiye’de yaşayan herkes Türk milletidir, herkes Türktür. Cumhuriyet’i Türkler kurdu’ deniyor. Yani, ‘Herkes kendine Türk diyecek ve Türkçe konuşacak’ deniyor. Ardından daha bu hadisenin yaraları soğumamışken Dersim hadiseleri baş gösterir.
Bediüzzaman Ankara hükümetinin tekliflerini neden kabul etmediği konusunda sorulan bir soruya şöyle cevap verir:
“Büyük memurlardan birkaç zat benden sordular ki: “Mustafa Kemal sana üç yüz lira maaş verip Kürdistan’a ve vilayat-ı şarkiyeye Şeyh Sünusi yerine vaiz-i umumi yapmak teklifini neden kabul etmedin? Eğer kabul etseydin, ihtilal yüzünden kesilen yüz bin adamın hayatlarını kurtarmaya sebep olurdun” dediler.
Ben de onlara cevaben dedim ki: Yirmişer, otuzar senelik hayat-ı dünyeviyeyi o adamlar için kurtarmadığıma bedel, yüz binler vatandaşa, herbirisine milyonlar sene uhrevi hayatı kazandırmaya vesile olan Risale-i Nur, o zayiatın yerine binler derece iş görmüş. Eğer o teklifi ben kabul etseydim, hiçbir şeye alet olamayan ve tabi olmayan ve sırr-ı ihlası taşıyan Risale-i Nur meydana gelmezdi. Hatta ben, hapiste muhterem kardeşlerime demiştim: Eğer Ankaraya gönderilen Risale-i Nurun şiddetli tokatları için beni idama mahkum eden zatlar, Risale-i Nurla imanlarını kurtarıp idam-ı ebediden necat bulsalar, siz şahit olunuz, ben onları da ruh u canımla helal ederim.” Risalehaber