Faydalı Bilgiler

İzzet ve Şeref Allah'a Aittir: Gerçek Yücelik İçin Yol Haritası

İnsanlar izzet ve şeref arayışında, ancak gerçek anlamda yücelik ve onurun kaynağının Allah olduğunu bilmelidir. Sadaka vermek, tevazu göstermek ve haksızlıklara karşı durmak, gerçek şerefi ve yüceliği elde etmenin anahtarlarıdır. Hz. Ali'nin sözleriyle, sabır ve hoşgörüyle haksızlıklara katlanmak da onurun korunması için gereklidir.

Abone Ol

"Bismillahirrahmanirrahim. Kim izzet ve şeref istiyorsa bilsin ki, bütün izzet ve şeref Allah'ındır." (Fatır 10)

Bu ayet, izzet ve şerefin Allah'a ait olduğunu vurgulayan önemli bir mesajı içermektedir. İnsanlar ne kadar izzet ve şeref ararsa arasın, gerçek anlamda yücelik ve onurun kaynağı yalnızca Allah'tır. İnsanlar, kendi çabalarıyla izzet ve şeref elde edemeyeceklerini bilmelidirler. Bunun yerine, Allah'ın rızasını kazanmaya yönelik doğru bir yaşam sürdürmek ve O'na teslim olmak, gerçek izzet ve şerefe ulaşmanın yoludur.

Sadaka vermek veya yardım etmek gibi iyi işlerde bulunmanın, kişinin malını azaltmayacağı, aksine Allah'ın affı sayesinde kişinin onurunu artıracağı bildirilmektedir. Allah için alçak gönüllülük ve tevazu gösteren kişiye ise Allah, derecesini yükseltir. Bu hadisler, bize insana yakışan davranışların, Allah'ın lütfu ve rızasıyla birlikte gerçek bir şeref ve yücelik getirdiğini öğretmektedir.

Hz. Ali (r.a.) ise haksızlıklara boyun eğmeyenlerin, onlardan gelebilecek her türlü kötülüğe katlanması gerektiğini söylemiştir. Bu ifade, adaleti savunmanın ve haksızlıklara karşı durmanın önemini vurgulamaktadır. Bir insanın onurunu koruması ve şerefi için mücadele etmesi gerektiğini ancak bu mücadelede sabır ve hoşgörüyle karşılık vermesi gerektiğini anlatır.

Bu sözler, insanın izzet ve şeref arayışının asıl kaynağının Allah olduğunu, doğru davranışlarla ve adaletle donanmış bir yaşam sürdürmenin gerçek yüceliği getirdiğini ve haksızlıklara karşı sabır ve hoşgörüyle mücadele etmenin önemini vurgulamaktadır.

İslam'da İzzet ve Şeref Arayışı
İslam'ın hudutlarından ve yasaklarından taviz vermek, insanların beğenisini kazanmak için değil, Allah'ın rızasını kazanmak için önemlidir. İzzet ve şeref, sadece Allah'ın vereceği mükâfatlardır.

Arkadaşlarına ve çevresine iyi görünmek ve anlaşmak için İslam'ın hudutlarından ve yasaklarından taviz verenleri bekleyen tehlike, kişinin Allah'ın rızasını çiğneyerek hareket etmesi ve dini değerleri göz ardı etmesidir. İslam dininde, insanlarla iyi geçinmek ve hoş görünmek tavsiye edilir, ancak bu tavsiye edilen davranışların belirli sınırları ve kuralları vardır. Bir mümin, Allah'ın hukukunu çiğneyerek sadece insanların hoşnutluğunu kazanmaya çalışamaz.

İzzet ve şeref isteyen bir kimse bilmelidir ki, gerçek izzet ve şeref sadece Allah'ındır. Kur'an'da şöyle buyrulur: "Kim izzet ve şeref istiyorsa, bilsin ki, izzet ve şerefin hepsi Allah'ındır." (Fâtır, 10) "...Asıl izzet/üstünlük, ancak Allah'ın, Peygamber'inin ve müminlerindir. Fakat münafıklar bunu bilmezler." (el-Münafikûn, 8) Dolayısıyla dünyevi izzet ve itibar için İslam düşmanlarına yakın durmak veya onları desteklemek, kişinin Allah katındaki değerini yok eder.

İslam, bireycilik yerine toplumsallaşmayı teşvik eder. İnsanlarla iyi ilişkiler kurmak, dinimizin öğütlediği güzel ahlak özelliklerindendir. Ancak bunun da bazı adabı ve kuralları vardır. Bir müslüman, insanlarla iyi geçinmek adına Allah'ın hukukunu çiğneyemez. İman sahibi bir kişi, Allah'a isyan konusunda hiçbir yaratığa itaat etmediğini bilir.

İnsanların takdirini kazanmak veya kınamalarından kaçınmak amacıyla ilahi sınırlardan taviz vermek, iman bilinciyle bağdaşmaz. İslam'da, kötü arkadaşlarla beraber olmanın yıkıcı etkileri vurgulanmıştır. Bir hadiste şöyle buyrulur: "Münafığa 'efendi' demeyin. Eğer onu efendi kabul ederseniz, Aziz ve Celil olan Rabbinizin gazabını üzerinize çekmiş olursunuz." Yani dünyevi bir çıkar için küfür ehline, münafıklara veya günahkârlara itibar etmek, Allah'ın gazabını çeker. Bu durum, dünya menfaati için ahireti feda etmek anlamına gelir.

Dolayısıyla bir mümin, Allah'ın sınırlarının çiğnendiğini bildiği herhangi bir ortamdan kesinlikle uzak durmalıdır.

Sonuç olarak, İslam dini, insanların hoşgörü ve anlayış içinde birlikte yaşamalarını teşvik ederken, bu hoşgörü ve anlayışın sınırları içinde kalmayı ve Allah'ın sınırlarını çiğnememeyi önemsemektedir. İnsanlarla iyi geçinmek ve onlara uyum sağlamak için dinin sınırlarını aşmak, kişinin itibarını ve şerefini kaybetmesine neden olur.

Allah'ın rızasını kazanmak ve gerçek şeref ve izzeti elde etmek isteyen bir kişi, Allah'ın sınırlarını çiğnememeli ve dinin emirlerine uymalıdır. Allah'ın hoşnut olmadığı davranışlara hoşgörü göstererek veya günahkar insanlara destek vererek dünyevi bir çıkar elde etmek, asıl şeref ve üstünlüğü Allah'ın yanında kaybetmeye yol açar.

İzzet ve şerefin tamamıyla Allah'a ait olduğu Kur'an'da belirtilmiştir. Asıl izzet ve üstünlük, yalnızca Allah'ın, Peygamberin ve müminlerindir. Münafıklar ise bunu bilemezler. Dolayısıyla, dünyada şeref ve itibar kazanmak için İslam düşmanlarına yakınlık göstermek ve onları desteklemek, kişinin Allah nezdindeki değerini yok eder.

İslam dini, bireyselcilik yerine toplumsallaşmayı teşvik eder. Ancak bu toplumsallaşmanın da belli edep ve kuralları vardır. Bir müslüman, insanlarla iyi geçinmek adına Allah'ın haklarını çiğnemez. İnsanın Allah'a isyan etmesinde hiçbir yaratığa itaat yoktur.

Bu nedenle, bir müminin, Allah'ın sınırlarının çiğnendiğini bildiği herhangi bir çevreden kesinlikle uzak durması gerekir. İslam düşmanlarına, münafıklara veya günahkarlara itibar ve hoşgörü göstermek, Allah'ın gazabını çeker. Dünya menfaati için ahireti feda etmek büyük bir gaflettir. Bir kişinin kendi ahiretini başkasının dünyası için satması en cahil kişidir.

Sonuç olarak, bir mümin olarak, Allah'ın emir ve yasaklarına uygun hareket etmek ve Allah'ın hoşnutluğunu kazanmak için çevremizi dikkatli bir şekilde seçmemiz önemlidir. İyi insanlarla beraber olmak ve onlardan feyz almak, bizi Allah'a yaklaştıran bir yol olacaktır. Aksine, günahkar ve kötü niyetli insanlarla ilişki kurmak, bizi felakete sürükleyebilir.