Haber Merkezi- Amerika Birleşik Devletleri'nde doğmuş, ancak Filistin'i hiç görmemiş çocuklarım, her yeni markayı gördüklerinde birbirlerine "Bu ürün boykot listesinde mi?" diye soruyorlar. Bu, onların normal bir alışkanlıkları haline gelmiş durumda. Artık Filistin davasının sadece siyasi bir mesele olmadığını, aynı zamanda günlük yaşamın bir parçası haline geldiğini gösteriyor.

Boykot, Filistin halkının özgürlüğü için verdiği mücadelenin sembollerinden biri olurken, aynı zamanda küresel bir halk direnişi hareketine dönüşmüş durumda. Bu hareket, Filistin'deki adalet mücadelesinin sadece sözlü değil, eylemlerle de desteklenen bir hak arayışı olduğuna işaret ediyor.

Boykot, Tecrit ve Yaptırımlar Hareketi (BDS) gibi global hareketlerle şekillenen bu yeni nesil, Filistin'in sadece bölgesel değil, evrensel bir dava olmaya devam ettiğini gösteriyor. Bu artan boykot hareketi, yalnızca bir direnç aracı değil, aynı zamanda ahlaki bir zorunluluk olarak dünyadaki en güçlü yapısal halk direnişlerinden biri haline geldi.

İlerleme ve Zorluklarla Dolu Bir Yıl
2024 yılı, İsrail'in Filistinlilere yönelik şiddetini artırmasıyla küresel boykot hareketinin büyük bir ivme kazandığı bir yıl oldu. Bu hareket, halk protestoları ve dünya çapında tüketicilerin, İsrail'in apartheid politikalarına destek veren şirketlerden aktif olarak uzaklaşmasıyla, sürekli bir ekonomik direnişe dönüşmeye başladı.

Özellikle küresel markalar arasında boykotun etkilerini en fazla hissedenlerden biri Starbucks oldu. Çeşitli şehirlerdeki protestolar ve boykot çağrıları nedeniyle Starbucks, milyonlarca dolarlık gelir kaybı yaşadı. Aktivistler, Starbucks’ın İsrail yanlısı lobi gruplarıyla olan ilişkilerine dikkat çekerek, şirketin İsrail'e olan desteğini ekonomik bir sorumluluk haline getirdi. Bu, boykotun gücünün arttığını ve büyük şirketlerin bile, İsrail ile olan ilişkilerini gözden geçirmeye zorlandığını gösterdi.

Ancak boykot hareketinin önemi sadece ekonomik kayıplarla sınırlı değil. Asıl önemli olan, İsrail’in bu hareketten duyduğu korkunun derinliği. ABD'deki bazı eyaletlerde, İsrail’e karşı boykot çağrıları yapan kişilere karşı çıkarılan yasalar, işgalin devamını sağlamak için küresel suç ortaklıklarına dayanan bir devletin kırılganlığını ortaya koyuyor. Bu durum, aslında boykot hareketinin gücünü artıran bir faktör olarak geri dönüyor.

Derin Kökleri Olan Küresel Bir Hareket
Boykot hareketi, aslında son derece köklü bir geçmişe sahip. Filistin davasına olan bağlılık, geçmişte Teksas'ta İsrail'i boykot etmeye karşı bir taahhütnameyi imzalamayı reddeden Filistinli bir öğretmenin işten çıkarılmasına sebep olan bir olayda kendini göstermişti. Bu olay, Filistin davasıyla ilgilenmeyen Amerikalılar arasında dahi, özellikle kendi toplumları sıkıntı içindeyken, ABD'den milyarlarca dolar vergi alan bir ülkeyi neden boykot edemeyeceklerine dair bir farkındalık yarattı.

Boykot hareketi, sadece bir politik strateji değil, aynı zamanda küresel adaletin simgesi haline gelmiş durumda. Güney Afrika'daki apartheid karşıtı mücadele gibi, Filistin'in özgürlüğü için verilen mücadele de küresel bir bağlama oturuyor. 2005 yılında Filistin sivil toplumu tarafından başlatılan BDS hareketi, Filistinlilerin özgürlüğü için verilen mücadelenin evrensel bir duruş olduğunu hatırlatıyor. Boykot hareketi, Filistin'in yalnızca bir toprak meselesi değil, tüm ezilen halkların özgürlüğü için bir simge haline geldiğini ortaya koyuyor.

İsrail’in Boykotlardan Korktuğu Gerçeği
Boykotlar, silahlı direnişin aksine, işgali sürdüren ekonomik ve siyasi altyapıyı hedef alır ve hükümetleri, şirketleri hesap vermeye zorlar. Bu hareketin gücü, merkezileşmemiş ve tabandan gelen bir aktivizme dayanıyor. Boykotlar, hükümetlerin ve siyasi elitlerin değil, dünya çapındaki sıradan insanların –tüketicilerin, işçilerin, öğrencilerin– harekete geçmesiyle etkili olur. Bu da İsrail’i boykotlardan korkutan temel faktördür.

İsrail, bu hareketi bastırmak için aşırı yasalar çıkarıyor, ancak bu yasalar sadece boykota daha fazla dikkat çekiyor ve aynı zamanda ifade özgürlüğü ve adalet taleplerine de ilham veriyor. Boykot hareketi, sadece Filistin dayanışmasını değil, aynı zamanda adalet ve özgürlük için küresel bir harekete dönüşmüş durumda.

2025 İçin Ne Öğrenebiliriz?
Boykot hareketi, 2024'te kazandığı ivme ile 2025’te daha da güçlenmeyi hedeflemelidir. Bunun için birkaç stratejik adım atılabilir:

  1. Teknolojiden Yararlanmak:
    Teknolojinin gücünü kullanarak boykot hareketini daha erişilebilir kılmak mümkündür. Boykot App gibi platformlar, kullanıcıların boykot edilecek markaları belirlemelerine yardımcı olurken, aynı zamanda katılımı daha bilinçli hale getirmektedir. Bu tür teknolojik araçlara yapılan yatırımlar, hareketin daha da büyümesine katkı sağlayacaktır.

  2. Mücadeleleri Birbirine Bağlamak:
    Tıpkı apartheid karşıtı hareketin yaptığı gibi, BDS de Filistin mücadelesini küresel adalet hareketleriyle ilişkilendirmeye devam etmelidir. Yerli hakları, iklim adaleti ya da işçi sendikaları ile kurulan ittifaklar, Filistin için hem ahlaki hem de siyasi bir güç kaynağı olacaktır.

  3. Hikayeleri Merkeze Almak:
    Boykot hareketi, özünde insan hakları ve hayatlarla ilgilidir. Filistinlilerin, zorla yerinden edilen ailelerin, topraklarına erişimi engellenen çiftçilerin, hapsedilen çocukların hikayelerinin paylaşılması, bu hareketin insani yönünü güçlendirir ve dünyanın, mücadelelerin sadece soyut politikalarla değil, hayatlarla ve geleceklerle ilgili olduğunu hatırlamasına vesile olur.

    İsrail Ordusunda İntihar Krizi: Askerler Psikolojik Çöküşte. İsrail Ordusunda İntihar Krizi: Askerler Psikolojik Çöküşte.

2024, boykot hareketinin gücünü gösteren bir yıl oldu. 2025, bu gücün daha da büyüdüğü, direncin pekiştiği bir yıl olmalı. Filistinlilerin ve onların müttefiklerinin mücadelesi hala sürüyor ve yeni nesil aktivistler, bu sürecin bir parçası olarak adaletin susturulamayacak bir hareket olduğunu öğreniyor

Editör: Fatma Zehra