Makaleler

Gazeteci Özkan Yaman'dan Çağrı: Gazze’li yok edilirken yaşamak mı?

Gazeteci ve Doğru Haber Gazetesi yazarı Özkan Yaman, Filistin'deki son gelişmelerle ilgili dikkat çekici bir analiz kaleme aldı.

Abone Ol

Yazısında, "Allah'ı bulan neyi kaybeder? Onu kaybeden neyi kazanır?" sözüyle başlayan Yaman, Gazze'deki acı durumu ele alarak okurlarına çağrıda bulundu.

Yaman, Gazze'deki dehşet verici felaket karşısında duyarsız kalanların bu tavırlarıyla korudukları değerlerin sorgulanması gerektiğini vurguladı. Filistin'in zor duruma düşürülmesinin karşılığında elde edilen kazançların uğursuz olup olmadığına odaklanan yazar, insani hakları göz ardı edip yardımsız bırakılan bir halkın yaşadığı sevinçlerin gerçekliğini sorguladı.

Özkan Yaman, tarih boyunca yaşanmış olaylara referanslar yaparak, Müslümanların dayanışma içinde olması gerektiğini ifade etti. Yazısında, İslam davası için şehadeti sembolize eden bir sahabenin sözlerine atıfta bulunan Yaman, günümüzde de benzer bir durumun yaşandığını vurguladı.

Terör rejiminin çizdiği sınırları aşmanın ve zalimlere karşı durmanın önemine değinen Özkan Yaman, yazısını, "Bu sınırlar elbette aşılacak. Ya da kıyamet kopacak. Az kaldı..." ifadeleriyle noktaladı. Gazeteci, okurlarına çağrıda bulunarak, insanlık adına birleşmeye ve zulme karşı durmaya dikkat çekti.

İşte O yazı: Gazze’li yok edilirken yaşamak mı?
“Mâ zâ vecede men fekadehû ve mâzâ fekade men vecedehû.” Yani “Allah’ı cc bulan neyi kaybeder? Onu kaybeden neyi kazanır?”

İbn-i Atâillah el-İskenderî’ye atfedilen bu söz, kazanç ve bedeli konusunda hayli özetleyicidir.

Filistin’i şu haline terketmenin karşılığında elde edilen ne varsa hepsi uğursuz değil de nedir?

Gazze’nin dehşetli felaketi karşısında kılını kıpırdatmayanların bu sayede korudukları hangi vaziyetlerideğerli olabilir ki?

Kocaman bir halk -sadece insanlık değil- üzerimizde imandan kaynaklı haklarıyla beraber kasıtlı olarak yardımsız bırakılıp imdadına kulak tıkanırken, yaşadığımızı zannettiğimiz hangi sevinçler hakikidir, aldığımız ya da verdiğimiz hangi öğütler samimidir?

En yırtıcı sırtlanların dişlerine pençelerine terkedilip her gün yüzlercesinin soykırımla katledilmesine acizlik mazeretiyle seyirci kalmak yetmezmiş gibi şimdi yüzbinlercesinin açlığın ve soğuğun elinde can vermesine de engel olamadıktan sonra insanlık adına hangi ortak hedef kıymetli olabilir?

Uhud Savaşının o hazin sahnelerini hatırladıkça içi titremeyen yoktur. Hele “Muhammed(sav) öldürüldü” sözünü duyan çoklarının üzüntüden yerine çakıldığı bir anda aslan gibi kükreyen Enes b. Nadr’ın o muazzam haykırışını unutmak mümkün değildir:

“O’nun öldürüldüğü dünyada yaşayıp da ne yapacaksınız. Haydi! Onun uğruna şehid olduğu dava yolunda biz de savaşalım, haydi, biz de şehid olalım!”

“İslam Davası” diye bir mefhum tarif edilecekse herhalde bu tavrını şehadetiyle oracıkta ispat eden o yüce sahabinin bu sözü yeterlidir.

Sanki şu anda o sesinin yankısı kulağa şöyle çarpıyor gibi:

Kardeşlerimizin bu kadar hoyratça kıyımdan geçirildiği bir dünyada yaşayıp ne yapacaksınız?

Vücudumuzun imanlı eli, dualı dili, nurlu gözleri, kulakları yeryüzünün en lanetli katillerinin elleriyle kesildiği bir alemde geride kalıp da ne yapacaksınız?

Gazze’li ne pahasına olursa olsun yalnızca hayatta kalayım deseydi, sonuçta işgal rejiminin her dediğine teslim olur, her istediğini yapardı.

Ne demişti Üstad(rh): “Madem bir zalim ve vicdansız bir adam, birisini yere atıp ayağıyla onun başını katî ezecek bir surette davransa, o yerdeki adam eğer o vahşî zalimin ayağını öpse, o zillet vasıtasıyla kalbi başından evvel ezilir, ruhu cesedinden evvel ölür. Hem başı gider, hem izzet ve haysiyeti mahvolur. Hem o canavar, vicdansız zalime karşı zaaf göstermekle, kendisini ezdirmeye teşcî eder(cesaret verir). Eğer ayağı altındaki mazlum adam, o zalimin yüzüne tükürse, kalbini ve ruhunu kurtarır, cesed-i bir şehid-i mazlum olur. Evet, tükürün zalimlerin hayâsız yüzlerine!”

​Ve ne diyordu(rh) Hz. Mevlana rh: “Sakın görünüşe aldanma. Görünüşte herkes insandır ama gerçek insan hal ehli olandır.”

​Halden anlamayanın vay haline!

Hele de “ey Müslümanlar yetişin” çığlığına sağır olanların vay haline!

“Sizden biriniz, kendisi için arzu edip istediği şeyi, din kardeşi için de arzu edip istemedikçe, gerçek anlamda iman etmiş olmaz.” (Buhârî, Müslim)

Bunun gibi nice Nebevi uyarıyı hafife alıp zalimlerin kendilerine çizdiği rotadan çıkmayan zavallı ürkeklerin vay haline..

​Günün sonunda ortaya çıktı ki, terör rejiminin sınırı meğerse halklarıyla aralarına sınır koyan yöneticilerin maslahat duvarlarıymış.

​O sınırlar elbette aşılacak.

Ya da kıyamet kopacak.

Az kaldı..