Dr. Bekir Tank, yazısında 1924 yılından günümüze, devletin dini ile Allah'ın dini arasındaki çatışmalara değiniyor. İstiklal Mahkemeleri döneminden, 28 Şubat sürecine kadar Müslümanların maruz kaldığı baskılara vurgu yapıyor. Günümüzde ise devletin yöneticilerinin, din adamlarının hangi dini anlattıklarını kontrol ettiğini ve devletin dini ile Allah'ın dini arasında seçim yapma baskısının devam ettiğini ifade etti.
Tank, son yaşanan olayda bir kaymakamın bir imamı dövmesi ve buna karşı gösterilen ödüllerin, Müslümanları karanlık günlerin beklediğine işaret ettiğini belirtiyor. Diyanet İşleri Başkanı, Diyanet Camiası ve hükümetin bu olay karşısındaki sessizliğini eleştirdi.
Devletin kaymakamının, devletin dini adına devletin imamını dövmesi meselesine değinen Dr. Bekir Tank, Müslümanların bu durum karşısında ne yapması gerektiği sorularını sıralıyor. Ayrıca, din adamlarının devletin dinini mi, yoksa Allah'ın dinini mi tercih etmeleri gerektiği konusundaki çıkmazı ve Müslümanların yaşadığı zorlukları vurguladı.
Tank, Türkiye'nin 100. yılında Müslümanların dinlerini özgürce yaşayabilmeleri için atılması gereken adımları ve hükümete yöneltilen soruları yazısında ortaya koyuyor. Son olarak, Allah'ın dininde karar kılan, sabır ve sebatla mücadele eden din adamlarına selam gönderdi.
İşte O Yazarın Yazısı:
Dr. Bekir Tank Devletin kaymakamının “devletin dini” adına “devletin imamını” dövmesi caiz mi?
Yıl 1924... İstiklal Mahkemeleri vardı. 1927 yılına kadar sürdü. Rejim, nice müminleri ya darağaçlarına asarak ya da başka yöntemlerle şehit etti. Suçları, Allah'ın dinini yaşama ve yaşatma çabası içinde olmak idi...
Yıl 2024... İstiklal Mahkemeleri yok, ama devletin valisi, kaymakamı, polisi, bürokratı ve hatta iktidarından muhalefete kadar siyasilerin çoğu, durumdan vazife çıkarıyor ve din adamlarının hangi dini anlattıklarını, yani Allah'ın dini olan İslam'ı mı, yoksa devletin çerçevesini belirlediği dini mi anlattıklarını kontrol ediyor. Bunlar bir de hem hâkim, hem savcı ve hem de kanun oldukları için, hükmettikleri cezayı da istedikleri yerde ve istedikleri şekilde verebiliyorlar.
Malum, Müslümanlar olarak Cumhuriyetin ilk yüzyılını rejimin "mürtecileri" olarak yaşadık. Her darbenin baş mağdurları hep Müslümanlar olageldiler.
En son sıkı baskıyı ve takibi de 28 Şubat sürecinde yaşamıştık. Fakat Müslüman millet de yılmadı ve darbecilerin, "28 Şubat'ın 1000 yıl süreceğini" söyledikleri darbeyi başlarına çalarak, bu rejimin "mürteci" dediklerini iktidar yaptı. İktidar yapmakla kalmadı, 15 Temmuz'da göğsünü de siper yaptı... Ancak iktidar, bu fedakâr millete verdiği sözü hala tutmuş, tutabilmiş değil!
Hele hele imam döven bir kaymakamın yargılanmak yerine ödüllendirilmesi, Müslümanları daha karanlık günlerin beklediğine dair ciddi bir işarettir! Bundan böyle artık bütün imamlar, vaizler, müftüler ve kısaca din görevlileri, devletin valileri, kaymakamları, polisleri, istihbaratı, bürokratları ve yetmedi, durumdan vazife çıkaranlar tarafından takip edildikleri korkusuyla görevlerini yapacaklar. Ve böylece Allah'ın dini ile devletin dininin çakıştığı konularda, Allah'ın dinini tercih eden her din görevlisi, karşısında tıpkı geçenlerde Kulp'ta imamı darp eden kaymakam gibi, devletin dinini savunan bir görevli bulacaktır!
Diyanet İşleri Başkanı, Diyanet Camiası ve hükümet ve dahi bir zamanlar "referansımız İslam'dır" diyen Cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan imamın dövülmesi olayı karşısındaki sessizliklerini hala koruyorlarken, kaymakamdan sonra imama diğer bir infaz da Devlet Bahçeli'den geldi. Bahçeli de, "imam bir suç işlediyse, cezasının kesileceği yer ülkenin anlı şanlı bağımsız mahkemeleridir" demek yerine, olay yerinde sıcağı sıcağına imamı döven kaymakamın alnından öpmeyi tercih etti!
Bahçeli'nin hapisten çıkmasına şefaat ettiği Alaattin Çakıcı da henüz dile gelmiş değil...
Bizler de cami cemaati olarak sözün burasında başta Diyanet İşleri Başkanı Sayın Ali Erbaş ve bilumum din adamlarına ve dahi İlahiyat Fakülteleri Camiasına soruyoruz:
- Devletin kaymakamının, devletin dini için devletin imamını dövmesinin hükmü nedir?
- Bir din adamı, Allah'ın dini ile devletin dininin çeliştiği konularda ve örneğin, Kulp'ta olduğu gibi, bir din görevlisi Allah'ın dini ile devletin dini arasında sıkıştırıldığında, Allah'ın dinini mi, devletin dinini mi tercih etmelidir?
- Devletin dinini tercih eden bir din adamının arkasında namaz kılmak caiz mi?
- Allah'ın dini ile devletin dininin çeliştiği konularda devletin dinini tercih eden din adamlarının arkasında namaz kılmak caiz mi ve bu namaz sahih olur mu?
- Her biriniz bundan böyle kamu görevlilerinin korkulu nefesini ensenizde ve korkutan gözlerini üzerinizde olacak şekilde yaşayacağınıza ve o duygu ve düşünceler içinde vaaz edip hutbe okuyacağınıza göre, hangi din ile yolunuza devam edeceksiniz?
İki sorumuz da hükümete gelsin:
- Din adamlarının camilerde devletin dinini vaaz etmekle yükümlü olduklarına ve her kamu görevlisinin de tıpkı Kulp Kaymakamı gibi, devletin dinini ihlal eden din görevlilerini istedikleri yerde, istedikleri zamanda ve istedikleri yöntemlerle cezalandıracaklarına dair bir kanunu da çıkaracak mısınız? Yoksa mevcut anayasa zaten bunun için yeterli mi?
- Türkiye Yüzyılında da, Müslümanları gerek sosyal hayatlarında ve gerekse ibadethaneleri olan camilerde yine devletin dinini mi yaşamaya mahkûm edeceksiniz, yoksa onların da tıpkı Türkiye'deki Yahudiler ve Hristiyanlar gibi kendi inançlarını özgürce yaşayabilecekleri yasalar mı çıkaracaksınız?
Görünen o ki, Müslümanlar istedikleri kadar çoğunluk olduklarıyla kendilerini kandırsınlar, iradelerini idarelerine yansıtmadıkları sürece mabetlerinde dinlerini yaşayamayacaklar ve üstüne üstlük dayak bile yiyecekler. Gerçekliğimiz bu...
Neyse... Onlar, devletin dinini anlatmadı diye din adamlarını dövenlerin alnından, ellerinden ve ayaklarından öperken, biz de nerede olursa olsun, sadece ve sadece Allah'ın dininde karar kılan, sabır ve sebatla mücadele eden din adamlarına selam diyoruz!